Doha'dan Roza

"Beni öldürmeyen şey güçlendirdi"

Kimsin, nesin? Nerede, ne zamandan beri yaşarsın? Neyle iştigal edersin?

Roza,  Diyarbakırlıyım. 8 aydır Doha’da yaşıyorum. Yıl 2012, Bilkent Üniversitesinde Kimya 2. sınıfta kapsamlı burslu okurken sırf biraz para kazanayım ve havam da değişsin diye Ankara’nın en ünlü oteli JW Marriott’ta misafir ilişkileri elemanı olarak işe başladım.
"İşi bırakasım yoktu, tuttum okulu bıraktım"

Sanırım biraz gazla çalışan bir insan olduğumdan, o sıralar öğlen 3'e kadar okula gidip 3'ten sonra da işe gitme fikri pek bir cazip gelmişti. Tabi bu yorucu tempo pek uzun süremedi ama benim de hiç işi bırakasım yoktu, tuttum okulu bıraktım. Zaten kimya ile pek de kaynaşmamıştım. Sonra tekrar üniversite sınavlarına girerek Yıldız Teknik Ekonomi bölümüne başladım. Hem okulun İstanbul'da olması, hem de turizm sektöründe ilerlemek istediğim için İstanbul’a taşındım. 6 yıldır aralıksız olarak turizm sektöründe çalışıyorum, dünyanın en önde gelen otel zincirlerinde ciddi bir tempoyla çalıştım ve kendimi son olarak Doha’da yeni açılacak bir otelin Rezervasyon ve Gelirler Müdürü olarak buldum.

Yolun gurbete düştüğünde ilk olarak neler hissettin? Yeni bir ülkede olmanın duygu durumu sende nasıl karşılık buldu?

Kendimi bildim bileli tek bir ülke ya da şehirde kurulu düzen kurma fikri bana pek cazip gelmedi. Lise bitene kadar Diyarbakır, 3 yaz boyunca Work & Travel programıyla Amerika, 4 yıl Ankara, 4 yıl İstanbul sonrası büyük bir arayış içine girdiğimi fark ettim. İşimi sevdiğim ve otel sektörünü her ne kadar çok zor olsa da bırakmak istemediğim için işe bağlı olarak taşınabileceğim yerler araştırmaya başladım.

"Dubai’ye taşınacam diye evimi kapattım, insanlarla veda partileri bile yapıp Instagram'a farewell temalı fotolar koydum"

Türkiye pasaportunun diğer ülkelerde çalışma konusunda pek bir geçerliliği olmaması dolayısıyla tercihimi tüm işgücünü dışarıdan temin eden ve İngilizcenin kullanıldığı Körfez Ülkelerinden yana kullanmam gerekti. Dubai’de çalıştığım otel zincirine bağlı iki otelden iş teklifi aldım fakat bir türlü vizem onaylanmadı. Bekleme süresi beni çok yıprattı, Dubai’ye taşınacam diye evimi kapattım, insanlarla veda partileri bile yapıp Instagram'a farewell temalı fotolar koydum :) Sonrasında tesadüfi bir şekilde Doha’dan bir teklif aldım ve kendimi burada buldum. 19 yaşımdan itibaren ailemden uzak yaşadığım, farklı bir yer deneyimlemenin heyecanı da hep içimde var olduğu için pek zorluk çektiğimi söyleyemeyeceğim.

Doha yaklaşık 2,5 milyon nüfusa sahip ve bunun sadece 400 bini Katarlı. Durum böyle olunca da karşılaştığın hemen hemen herkes aslında kendi ülkesinden uzak, burada bir yaşam kurmuş durumda. Gelmeden önce Katar'da hayat nasıldır, ne bekleyip ne beklememeliyim diye çok araştırdım, birçok insanla konuştum. Kendimi o kadar hazırlamışım ki gördüğüm, yaşadığım hiçbir şey beni etkilemedi diyebilirim. Hatta Temmuz'un ortasında cehennemin sıcağına inmek bile bende bir zorluk yaratmadı :)
"Çok çok fazla Arap zihniyeti mevcut, biz buna 'Habibi Business' diyoruz"

Ülke değişikliğinin çalışma/eğitim hayatına yansımaları neler oldu? İş/okul ortamının uyum sağlamana (veyahut da sağlayamamana :) stres yok, hangimiz en zayıf halka gibi hissetmeden bir ömür sürebiliyor ki?) etkisini nasıl deneyimledin?

İşte bu konuda çok fazla söyleyeceğim şey olacak hatta biraz dedikoduya girmek istiyorum :) Katar’da görünmez gibi olan ama kesin çizgilerle çizilmiş bir hiyerarşi ve milliyetçilik hâkim. Hatta hangi ülkeden olduğunuzu söylediğiniz anda iş sektörünüz, maaşınız, sosyal yaşantınız, nerelere takıldığınız falan tak diye tahmin edilebiliyor. Katarlılar eğer iş hayatının içindelerse, genelde hep yüksek yönetici pozisyonlarında çalışıyorlar ve kendi aralarında takıldıkları bir sosyal çevreleri var. Devlet 18 yaşını doldurduğun gibi eğer Katar vatandaşı isen sana iyi bir maaş bağlıyor, yurtdışında okumak istediğin takdirde yurtdışındaki tüm masraflarını karşılıyor, bankalardan yüksek krediler alabiliyorsun gibi gibi. Buranın en üst sınıfı olarak görülen ve kendilerini de bu şekilde gören Katar vatandaşlarına pek dokunulmuyor diyebilirim. Ardından Amerikalı ve İngilizler geliyor, burda gördüğüm kadarıyla bu kesim halinden bayağı memnun, kendi ülkelerinde alamayacakları maaşları alıp iş dışındaki tüm zamanlarını eğlenerek geçiriyorlar.

Şimdi gelelim asıl beni ilgilendiren kısıma: Benim çalıştığım otelde Türkiyeli olan tek kişi benim. Müdürler genel olarak Fas ve Tunuslu, diğer çalışanlar da Filipin ve yine Fas ve Tunus’tan gelmiş durumdalar. Maalesef ki Katar hâlâ profesyonel iş hayatını tam olarak oturtamamış bir ülke, patron zihniyeti çok hâkim.

Benim çalıştığım otel buradaki Şeyhlerden birine ait; Şeyh’in değil, asistanının bile tek bir sözüyle açılan otel kapanabilir, işten atılmalar olabilir, her türlü kural anında değişebilir. 8 aydır iş hayatında bocalıyorum ve hâlâ da yüzde yüz üyüm sağlamış değilim. Çok çok fazla Arap zihniyeti mevcut, biz buna "Habibi Business" diyoruz. Yani işini ne kadar iyi yaptığının, otele ne kadar katkı sunduğunun hiç ama hiç önemi yok. Eğer ki bu tarz bir yerde tutunmak istiyor isen, çok yalaka ve gördüğün hatalara ses çıkarmayan bir insan olman gerekiyor.

"Dedim ki 'sakin ol Roza, bu senin sınavın, alışacaksın'"

Ben 26 yaşımda iyi bir maaş ve iyi bir pozisyon teklifi aldığım için buraya geldim ve entrikalı iş hayatına bir şekilde direnebildim diyebilirim. 8 ayda o kadar güçlü bir insana dönüştüm ki, bazen bu iş ortamında kendimden pek de taviz vermeden tutunabilmeyi bir başarı olarak kabul ediyorum. İlk geldiğim gün, koskoca otelin müdürü sırf gri pantolon giydiğim için beni uyardı, etrafımdaki herkes Arapça konuşuyor ve senin yanında olmanı önemseyip İngilizce konuşma gereği bile duymuyorlar, birçok insan sürekli yalandan gülüp yönetime yağ çekme peşinde.

Hatta Arap ülkelerinden gelen kadınlar içkinin adını bile ağızlarına almıyorlar, kimse ben alkol alıyorum demiyor bile (Tabi sonrasında kendileriyle o bar senin, bu bar benim gezip durmaya başladık). Dedim ki "sakin ol Roza, pılını pırtını topladın buralara geldin, bu senin sınavın, her ortam güllük gülistanlık olacak diye bir durum yok, alışacaksın".

Lisede disiplini üst düzeyde tutan bir okulda yatılı olarak okumuş olmak, Diyarbakır’da kalabalık bir aile içinde yetişmek, birçok ülke gezip girip çıkmadığım ortamın kalmaması gibi etkenler bana çok yardımcı oldu. Kişilik itibariyle tolerans seviyesi yüksek ve sabırlı olduğumu düşünüyorum, burda yaşadığım psikolojik savaş o kadar sertti ki Katar’ın 50 derece sıcaklığını bile hissetmez oldum :)

Fakat şu anda hangi insana ne şekilde yaklaşırım, kime güvenirim kime güvenmem, kendimi ezdirmeden ne şekilde sorunsuz bir iş hayatı geçiririm ve ağırlığımı koyarım hepsini yavaş yavaş, sabırla, deneyimleyerek öğrendim ve bu 8 ay bana sabırlı olmayı ve temkinli davranmanın her konuda ne kadar büyük bir önemi olduğunu öğretti. Eğer ki çalıştığım ortam çokuluslu olsa, yönetici kesimin ben hariç hepsi Arap ülkesinden olmasa belki her şey çok daha kolay olabilirdi. Fakat işin özeti şu ki, beni öldürmeyen şey güçlendirdi ve biliyorum ki bundan sonra atacağım her adımı çok ama çok daha güçlü atacağım.

"Katar sanılanın aksine çevresi olan ve eğlenmek isteyen insanlara alternatifler sunuyor" 

Arkadaş edinmek ve kendi sosyal çevreni kurmak ne kadar kolay (ya da zor) oldu? Kendi background’un, kişiliğin ve bulunduğun yer bu denklemde nereye oturuyor?

Katar ile ilgili nasıl bir genel görüş var bilmiyorum ama ben kendimi çok sıkılacağıma hazırlayıp gelmiştim. Ülke sanılanın aksine çevresi olan ve eğlenmek isteyen insanlara alternatifler sunuyor ve İslam'ın etkisini eğlence hayatında pek hissetmiyorsun. Tabi ki yapay, para harcamaya dayalı bir sosyal hayat mevcut burda ama elindekine söveceğine ondan maksimum keyfi almaya odaklandığın zaman aslında gayet de yaşanabilir bir yer Katar.
Öncelikle çok güvenli, huzurlu ve tertemiz bir yer. Hayat deniz, alışveriş merkezleri ve otellerden ibaret. Benim arkadaş çevrem maalesef tam istediğim şekilde değil, ben sürekli insanlarla beraber olmayı, her gün farklı bir etkinlik yapmayı sevdiğim için arkadaş ortamımın daha geniş olmasını isterdim. Çalıştığım otelin genç ve kafa yapısı bana uygun çalışanının azlığından dolayı arkadaş çevrem biraz kısıtlı. Katar sokaklarında gezebileceğin, etkinliklerle arkadaş bulabileceğin bir yer değil. Herkes kendi ülkesinden insanlarla, kendi ortamında takılıyor ve iyi bir çevre edinmek diğer ülkelere göre daha fazla zaman alıyor ve bunun da farkında olduğum için bu konuda bile sabırlı olmayı öğrendim.

Ben hemen hemen her türlü aktiviteden zevk alabiliyorum ve bulunduğum ortama da kolay adapte olabiliyorum. Genelde haftasonları denize gidiyoruz, haftanın yaklaşık 1 ya da 2 günü otellerin şaşaalı mekanlarında içiyoruz (şaşaalı diyorum çünkü burdaki mekanlar ciddi anlamda dünya standartlarında), evde nargile partileri yapıyoruz vs. Arkadaş çevrem sayesinde Arap kültürüne, entrikalarına, müziğine çok aşina oldum ki hatta bir şarkı duyduğumda tak diye hangi ülkenin arapçası olduğunu bile söyleyebiliyorum.

Elinde eğer Katar gibi bir ülke var ise kalkıp "ya ben doğa aşığıyım, yeşilsiz yapamam" gibi bir durumu öne sürmemek gerekir ki hepimiz çöle ülke kurduklarını biliyoruz. Ya da ne bileyim, sokak kültürünü, sanatı vazgeçilmezi gibi düşünen biri zaten en başından buraya adım atmamalı.
Ben kendimi, bulunduğu ortamdan maksimum güzellik çıkarmaya çalışan, huzuru seven, hem doğu hem de batı kültürünü fazlasıyla tanımaya fırsat bulmuş biri olarak tanımlıyorum. Şimdiye kadar geçirdiğim sosyal süreç beklediğimden çok daha olumlu oldu ve daha fazla güvenebileceğim insanlar karşıma çıktıkça da her şey çok daha güzelleşecek gibi görüyorum.

"Bazen kendi dilinde şakalaşmak, vızır vızır konuşmak cidden iyi geliyor"

Türkiyeli diğer expat’lerle iletişiyor musun? “Hiç çekemem, benden uzak olsun”cu musun, yoksa “bazen beni sadece bir Çorumlu anlayabilir”ci mi?

Henüz daha hiç karşıma Türkiye’den bir insan çıkmadı, sadece bir tane Türkiyeli arkadaşım var ve onun da hayatımda olma sebebi kendisiyle zaman geçirmekten keyif alıyor oluşum. Ama itiraf edeyim ki, bazen kendi dilinde şakalaşmak, vızır vızır konuşmak cidden iyi geliyor. Sanırım her gurbete yolu düşene en az bir tane kendi ülkesinden bir arkadaş sart. Onun dışında karşıma eğer ki Türkiyeli biri çıkarsa da nasıl bir insan olduğuna bağlı olarak tavrımı koyarım, yani sırf Türkiyeli diye başıma da çıkarmam, sırf Türkiyeli diye yüz de çevirmem.

"Güvenliğimden şüphe duymayacağımı bilmek beni tarifi olmayan bir huzura kavuşturdu"

Gurbetle sıla karşılaştırması yapacak olsan? Kültür olur, iş etiği olur; hangi bakımdan karşılaştırmak istersen…

Katar herkesin gözünü kapatıp gelip yerleşebileceği bir yer değil. Mayıs ayından Ekim'e kadar dışarıda nefes bile alamadığın sıcak bir hava, muhafazakâr bakış açısı, yapılacak etkinliklerin sınırlı olması gibi durumlar durup bir düşünmene sebep oluyor.

Bunca dezavantajına rağmen iyi ki gelmişim dediğim en önemli faktör Katar’ın bana göre dünyanın en güvenli ülkesi olması. Türkiye, hele ki son zamanlarda, yolda yürürken bile bireysel alanının hiçe sayıldığı, hem kadınların hem erkeklerin rahat rahat gözüyle seni taciz ettiği, her adım attığımızda olabilecekleri, başımıza gelebilecekleri hesap ettiğimiz bir ülke. Ben burda laptop'ımı elimde ağırlık olur diye kafede masanın üstünde bırakıp alışverişimi yapıyorum. Bazen sırf kapıyı kilitlemeye üşendiğim için evimin kapısı açık işe gidip geliyorum. Gecenin her saati rahat rahat sarhoş bir şekilde takside uyuyakalabiliyorum. Buraya geldiğimdendir, tacize uğramayacağımı, güvenliğimden şüphe duymayacağımı bilmek beni tarifi olmayan bir huzura kavuşturdu.
"Her düşünce, her karar duruma ve insana göre değişiyor"

Gurbetteyken TR’de olup bitenlere nasıl bir mesafede duruyorsun? Ülke gündeminin kendi hayatına yansımaları neler oluyor?

Genel gündemi sosyal medyadan elimden geldiğince takip ediyorum. Ülkede oldukları gördükçe de burada daha ne kadar kalacağımı tekrar planlıyorum. İlk geldiğimde sadece 2 yıl gibi bir süre vermiştim kendime ama ülkenin her geçen gün daha da kötü bir yere dönüşmesi beni Türkiye dışında bir ülkede yaşama süresi konusunda tekrar düşündürüyor. Kardeşim bu sene üniversiteden mezun olacak, artık her konuda sorumluluk alma ağım daha da genişlediği için oturup onun için de planlar yapıyorum.

Panik bir durumda değilim, Türkiye’de yaşadığım her andan keyif de aldım ama o artık gitme vakti hissi içime yerleşmişti ve gitmem gerektiğini de biliyordum. Kimse kusura bakmasın, bir yer artık bana huzur vermiyorsa eğer imkânım varsa çeker giderim, canım isteyince de yine imkânım var ise geri dönerim. Hem "bu ülke bozdu, kaçıp kurtar kendini burdan" paniğine gıcığım, hem de "ben ülkem olmadan yapamam, ülkem için gerekirse savaşırım ama onu bırakmam" kafasına :) Her düşünce, her karar duruma ve insana göre değişiyor, genel yargılardansa önünde olanla karar vermeyi öğrendiğim için şu anda diyebilirim ki bir süre daha Türkiye’ye geri dönmeyi pek düşünmüyorum.

Diğer expat’lere ya da adaylarına, “ben ettim sen etme” ya da “sen de yap güzel oluyor” yollu önerilerin?

Ben beklentilerimi düşük tutmanın faydasını çok gördüm. Eğer ki Körfez Ülkelerinden birine gelmeyi planlayan biri varsa, sabırlı ve toleranslı olmak hayatı daha da kolaylaştıracaktır.

Yorumlar