Seattle'dan Ezgi

"Bazen size öğretilen şeyler eksik kalacak"

Kimsin, nesin? Nerede, ne zamandan beri yaşarsın? Neyle iştigal edersin?

Adım Ezgi. Yaklaşık altı senedir Amerika’da ikamet etmekteyim. Doktoramı yeni bitirdim, zamanımı tıp insanları ile bilgisayar insanları arasında çeviri yaparak geçiriyorum diyebiliriz.

Benim gurbet hikayem çok tırt, o yüzden okuyuculardan özür diliyorum, öte yandan muhtemelen çok yaygın. Orta sınıftan ortalama bir insan olarak, önce okul diye yurt dışına çıkıp, dönerim diye düşünüp, dönemeyenlerdenim.

"Burada Türkiye’yi aramadığım için çok acı çekmedim"

Yolun gurbete düştüğünde ilk olarak neler hissettin? Yeni bir ülkede olmanın duygu durumu sende nasıl karşılık buldu?

Birden fazla boyutu olan bir durum bu. Her sabah farklı hislerle uyanıp aynı günün akşamı farklı hislerle yatağa dönebiliyorsun. Benim için bazı günler “dostum, bu süper bir macera” tadında, bazı günler de “yapayalnızım bu hayatta, kimsesizim” tadında geçiyordu. Tabi başlangıçta şehri tanıma, kültüre ve dile alışma, yeni bir hayat kurma derken epey heyecanlı ve neşeli geçti günler. Özellikle değişikliklere açık olarak geldiğim için, ya da diğer bir deyişle, burada Türkiye’yi aramadığım için, çok acı çekmedim diyebilirim. Zamanla duygularımdaki bu dalgalanmalar da azaldı, daha az heyecan duyduğum gibi daha az da hasret çekiyorum.

Ülke değiştirmek epey büyük bir travma. Ben alıştığımı ve iyi olduğumu sanıyorken mesela, ailemin bayram ya da düğün dernek için bir araya geldiğini görüp kıskançlık krizlerine girebiliyorum. Ya da kardeşimin dertlerini dinlerken telefonda, içim sızlıyor, suçluluk hissediyorum. Sonuçta kardeş konsept olarak ebeveynlerin çocuklarına sunduğu “hayat boyu arkadaş” imkânı. Özellikle duygusal zamanlarda, mesela darbe girişimi sırasında, “iki günlük dünyada ailemden uzakta ne yapıyorum ben” dediğim de oluyor.

"Kendi kültürümdeki saygı kavramının ne kadar içi boş olduğunu fark ettim"

Ülke değişikliğinin çalışma/eğitim hayatına yansımaları neler oldu? İş/okul ortamının uyum sağlamana (veyahut da sağlayamamana :) stres yok, hangimiz en zayıf halka gibi hissetmeden bir ömür sürebiliyor ki?) etkisini nasıl deneyimledin?

İlk şaşkınlık danışmanıma ismiyle hitap etmeye başlamakla oldu. Senelerdir derslere asistan olarak gelen üst sınıflara bile “hocam”, sırf senden bir yaş büyük diye annenin arkadaşının çocuklarına “abla” dedirten bir kültürden, bölüm başkanına, kelli felli profesörlere ismiyle hitap eden bir kültüre geçiş yapmak zor oluyor. Zamanla kendi kültürümdeki saygı kavramının ne kadar içi boş, şartlandırılmış bir şey olduğunu fark ettim. Özellikle benim içinde bulunduğum ortamda insanlar boş hitaplar ya da geniş ofisler ya da takım elbiselerle kendilerini saygın hissetmeye çalışmıyorlar. Herkese erişebildiğin, eşitlik doğru bir tanım değil ama, ayrıcalıkların daha az olduğu bir ortam yaratmış ecnebiler.

"Başkaları ve kendi hakkında bol bol düşünmek, bizim toprakların bir geleneği"

Uzun bir süre ağzımı açıp tartışmalara katkıda bulunmaya cesaret edemedim. Bu da yine eğitim sistemimizin kafamıza vura vura öğrettiği saygı ve özgüvensizlik karışımı bir duygunun sonucu. Kendimi etrafımdakilerle karşılaştırıp zayıf hissettiğim durumlar da oldu ama zamanla aslında konuşanların da benden fazla bilmediğini fark ettim. Hayatın diğer alanlarında olduğu gibi, profesyonel alanda da epey duygusal çer çöp biriktirmişiz kültür olarak. Olayları “benim hakkımda ne düşünürler” ya da “benim burda bunu demem uygun olmaz” kafalarından ayrı algılamaya başladığınızda, aslında kimsenin oturup sizin hakkınızda bir şey düşünmediğini farkediyorsunuz. Başkaları ve kendi hakkında bol bol düşünmek, bizim toprakların bir geleneği.

"İnsanların iletişim yeteneklerine hayran kalıyorsunuz"

Bir başka gözlemim de, eğitim sistemlerinin farklılığı üzerine. Benim gözlemlerim tabi çok kısıtlı, Türkiye’de de, Amerika’da da. Ama iki ülkede de aynı seviyede okullarda bulundum, o nedenle karşılaştırmak adil olur diye düşünüyorum. Ben eğitim hayatım boyunca bir sürü şey öğrendim ama buraya gelince bunları içselleştiremediğimi ve daha da önemlisi analiz yeteneğimin ne kadar zayıf olduğunu fark ettim. Özellikle akademik dünyada, belki buradaki ortalama bir öğrenciden çok daha fazla şey biliyordum, ama oturup akademik bir makale yazarken ya da bir sınıf tartışmasında olayları birbirine bağlayıp çıkarım yapmakta güçlük çekiyordum. Daha da önemlisi, bildiğim ya da yaptığım bir şeyi açık bir şekilde anlatamadığımı fark ettim. Dil bariyeri bir yana, burada eğitim sisteminin vurguladığı şeylerden biri kendini ifade edebilmek. Sadece akademik olarak değil, iş hayatında da insanların iletişim yeteneklerine hayran kalıyorsunuz. Zamanla ben de kendimi geliştirdim ve tarzımı buldum ama ilk yıllardaki şaşkınlığım not etmeye değer.

"Tenefüslerde tuvalete bile arkadaşlarıyla gitmiş bir insan olarak zaman zaman yalnız hissettiğim de oluyor"

Arkadaş edinmek ve kendi sosyal çevreni kurmak ne kadar kolay (ya da zor) oldu? Kendi background'un, kişiliğin ve bulunduğun yer bu denklemde nereye oturuyor?

Başlangıçta Türkiye’deki çevremle irtibatı koparmamaya çalıştım, yaşadığım her şeyi fotoğraflayıp paylaşıyordum. Saat farkı sebebiyle sabah erken saatlerde ya da gece yarılarında arkadaşlarımla ve ailemle uzun uzun konuşuyor, mesajlaşıyordum. Zamanla buradaki hayata uyum sağladım, Türkiye’deki sosyal çevrem de bensiz hayatlarına devam ettiler. Kısacası “araya mesafe girdi”. Gün içerisinde bir şey yaşayıp, telefonu açıp annemi arayamamak hâlâ biraz burukluk yaratıyor ancak o ilk zamanlardaki büyük ihtiyacı da duymuyorum artık. Farkında olmadan, yavaş yavaş, buradaki olaylar ve hayat kişiliğimi ve düşüncelerimi şekillendirdi ve artık eski arkadaşlarımla aynı şeyleri hissetmiyorum çoğu zaman.

Bulunduğum şehrin insanlarının arkadaşçıl (friendly’yi çeviremedim) ama soğuk olması gibi bir durum. Türkiye’nin batısında insanların ilişki anlayışı çok farklı, hem özgürleştirici hem de yalnızlaştırıcı. Arkadaşlık her şeyi beraber yapmak anlamına gelmiyor mesela, bu da yalnız başına ya da başka insanlarla bir şeyler yaptığında ya da bir teklifi reddettiğinde insanların bunu sorun etmeyeceği anlamına geliyor. Bu benim çok geç öğrendiğim bir şey fakat öğrendikten sonra çok özgürleştirici oldu. Tabi aynı zamanda Türkiye’de büyümüş ve tenefüslerde tuvalete bile arkadaşlarıyla gitmiş bir insan olarak zaman zaman yalnız hissettiğim de oluyor. Yine de hayatımın şu döneminde duygusal karmaşadan uzak basit ilişkileri tercih ettiğimi fark ettim. Türkiye’de sevilmek ve grup olarak yaşamak bir ihtiyaç haline gelmiş, bu da benim için sosyal ilişkileri epey karmaşıklaştırmıştı.

"Burada kalmaya niyetlenmem, Türkiye’de anlaşılamama korkusuyla alâkalı"

Türkiyeli diğer expat'lerle iletişiyor musun? "Hiç çekemem, benden uzak olsun"cu musun, yoksa "bazen beni sadece bir Çorumlu anlayabilir"ci mi?

İletişiyorum. Burada yakın olduğum Türkiyeli insanlar var, ama samimi olmak gerekirse, uzak dursun dediğim çok daha büyük bir Türkiyeli grup var. Bazen beni gerçekten sadece bir Çorumlu anlayabiliyor, tabi bu Çorumlu bazen bir İranlı ya da Hintli de olabiliyor. Sanırım geldiğimiz kültür ve yetiştirilme tarzımızla da alakalı kurduğumuz bağlar. Ama çoğu zaman, Çorumlular beni hiç anlayamıyor. Zaten burada kalmaya niyetlenmem de bununla alâkalı, Türkiye’de anlaşılamama korkusuyla. Burada iletiştiğim Türkiyelilerde de benzer duygular olduğunu düşünüyorum.

"Burada iş etiği tavan yapmış durumda"

Gurbetle sıla karşılaştırması yapacak olsan? Kültür olur, iş etiği olur; hangi bakımdan karşılaştırmak istersen...

Zaten söylenmemiş ne söyleyebilirim diye düşünüyorum şu anda. Gurbet adına genelleme yapamam ama, burada iş etiği tavan yapmış durumda. İnsanlar şunu çok iyi anlamış durumda, bu ofiste bulunduğum her saat için bana para ödeniyor, o zaman o parayı kazanmak için çalışmam lazım. Öyle mesai doldurup, gazete okuyup, sonra da işler bitmiyor, fazla mesaiye kalmam lazım diye dolaşmıyorlar etrafta. İşlerini vaktinde yapıyorlar ki özel hayatları kendilerine kalsın. Bir de aşırı bir sosyal aktivite durumu var. Herkes ya bir sporla ya da bir hobiyle ciddi olarak ilgileniyor. Ailelerine de aynı şekilde davranıyorlar. Çocukları varsa, o çocuk uyanık olduğu sürece onunla ilgileniyorlar. Ben alışveriş yaparken ya da arkadaşlarımla gezerken çocuk yanımda ağlasın sıkılsın demiyorlar. Eğer çocukla ilgilenemeyecekleri bir aktivite varsa, hiç suçluluk hissetmeden bir bakıcı ayarlıyorlar. Bu yaptığın işi adam gibi yapmak, hayatlarının her alanında uyguladıkları bir olgu. Tatile mi gidiyorlar, eğer ofiste yangın çıkıp bilgisayarlar patlamazsa, mail'lerine cevap vermiyorlar.

"Yavaş yavaş uyum sağlamaya, iğrenç bir 'haftasonu ne yaptın' insanı olmaya başladım"

Küçük küçük bir sürü olay var karşılaştırabileceğim. Mesela en başta buradaki düzen bana “kapitalizm tuzağı” gibi, zorlama gibi geldi. Her hafta başında ofisteki insanların, “haftasonu ne yaptın, ben kayağa gittim, kampa gittim, dağa çıktım” demesi aşırı boğucu ve yapay geldi. Ama zamanla o üzerime sinmiş olan akşamları televizyon izleyip haftasonları uyuma hissi, ya da orta doğulu tembelliği demek istiyorum, daha fazla direnemedi. Ben de yavaş yavaş uyum sağlamaya, iğrenç bir “haftasonu ne yaptın” insanı olmaya başladım.

"Bedava ya da ucuz yemek ve giymek ayıp değil, hatta oldukça yaygın bir şey"


Mesela bir diğer konu da para harcama kültürü. Türkiye’deki iş deneyimim stajlarla kısıtlı olsa da, birçok arkadaşımdan da duyduğum bir dışarıda yemek yeme, yediği yemekle sosyal statü belirtme durumu var. Buradaysa çoğu insan öğlen yemeğini evden getiriyor ya da yarım bıraktığı sandviçini ve hatta çikolatasını streç filme sarıp dolaba kaldırıyor. Belki bu Türkiye’de de değişiyordur şu anda ama, başlangıçta epey şaşırtmıştı beni. Aynı şekilde giyinme konusunda da, özellikle benim çevremde, çoğu insan açık açık bazı markalar için “ona benim param yetmez” diyebiliyor. Sokaklar promosyon olarak bedava dağıtılan tişörtlerle gezen insanlarla dolu. Bedava ya da ucuz yemek ve giymek ayıp değil, hatta oldukça yaygın bir şey.

"Yabancı olmanın kendine has bir paradoksu var"


Gurbetteyken TR'de olup bitenlere nasıl bir mesafede duruyorsun? Ülke gündeminin kendi hayatına yansımaları neler oluyor?

Daha önce yazıldı burada, okurken fark ettim ben de. Trump başkan seçildiğinde, burada ertesi gün iş güç iptal oldu. Üniversite, öğrencilerin gelip duygularını paylaşabileceği etkinlikler, küçük toplantılar düzenledi. Birkaç gün insanlar kendilerine gelemediler. İş güç bırakılıp bunlar konuşuldu. Amerikalılar, benim gibi yabancı öğrencilere yaklaşıp, bizim yanımızda olduklarını, hükümetin yaptırımlarından korkmamamız gerektiğini ve direneceklerini falan söylediler. Bütün bunlar yaşanırken ben de kendi deneyimlerimi hatırladım. Ben de benzer hisler içindeyken verimsiz geçirdiğim günler oluyor. Bu durumda genelde Çorumlu destek çevrelerinde söylenip rahatlayabiliyorum. Ama gurbet ilginç bir olgu. Bazen şeye benzetiyorum, feminizmi destekleyen erkekler gibi, Türkiye’deki olaylara tepki gösterdiğimde karışık tepkiler alabiliyorum. Bazıları benim olayın dışında olduğumu, problemin bir parçası olduğumu ve tepki göstermeye hakkım olmadığımı söyleyebiliyor. Tabi bu benim hissettiklerimi değiştirmiyor fakat Türkiye’de yaşayan bir Türkiye’li gibi etkilenmediğimi de kabul ediyorum.

Yabancı olmanın kendine has bir paradoksu var. Yaşadığın ülkedeki olaylara da, ayrıldığın ülkedeki olaylara da tam olarak dahil olamıyorsun. Ama ikisinden de etkileniyorsun.

"Belki siz farklısınız ama siz de süpersiniz"
Diğer expat'lere ya da adaylarına, "ben ettim sen etme" ya da "sen de yap güzel oluyor" yollu önerilerin?

Eğer ebeveynleriniz de vaktiyle göç etmemişlerse, onlardan çok farklı bir hayat yaşayacaksınız, bazen size öğretilen şeyler eksik kalacak. Ama insan süper adaptasyon yeteneği olan bir canlı, biraz süre tanıyın kendinize, çok hırpalamayın. Kendinizi göç ettiğiniz yerdeki insanlara karşılaştırmayın, belki siz farklısınız ama siz de süpersiniz.

"İstatistikler bireylere uygulanmaz"


Başka bir çift söz? (teklif var, ısrar yok)


Genelleme yapmak gibi olmasın da, dünyanın hali bir garip bu aralar. Gurbette olmak mı daha zor, olmamak mı karar veremiyorum bazı günler. Herkesin hikâyesi farklı tabi, derler ya istatistikler bireylere uygulanmaz diye, çoğu yerde mültecileri ve farklı kültürden gelen insanları dışlayan bir kültür oluşuyor. Ama aynı yerlerde başkalarının hakları ve hayatları için kavga eden insanlar da görebiliyorsun. En basitinden burada seyahat yasağı sırasında havaalanlarını tıka basa doldurup yasak kalkana kadar protesto eden bir sürü insan oldu. Öte yandan yabancılarla bir problemi olmadığını iddia eden kişilerde, kendilerinin de farkında olmadığı önyargılarla da karşılaşabiliyorsunuz. İstatiksel olarak bazı ülkeler yabancıları istemiyor şu anda, göçmen karşıtı politikacılara oy veriyorlar, bunu bir not etmek lazım. Ama, istatistikler bireylere uygulanmaz, Amerikalılar Trump’ı seçti diye Amerika’daki her insan da sizi istemiyor değil. Bunu bilerek yola çıkmakta fayda var.

Yorumlar