Uppsala'dan Fulden

"Herkesin karşılaştıklarıyla başa çıkma biçim ve süreçleri farklı"

Kimsin, nesin? Nerede, ne zamandan beri yaşarsın? Neyle iştigal edersin? 

Adım Fulden Ergen. 28 yaşındayım. Üniversiteden mezun olduktan sonra 4 yıl kadar çalıştım. Sonrasında hep ertelediğim yüksek lisansı yapmak için işi gücü bırakıp Uppsala’ya taşındım. Hayatımın ilk 18 yılını İzmir’de, sonraki 9 yılını ağırlıklı olarak Ankara’da geçirdikten sonra İsveç’e gelmek benim için hem verilmesi zor bir karar, hem de büyük bir değişiklik oldu.

"İsveç’in huzurlu doğasının ortasında içimde fırtınalar kopuyordu"

Yolun gurbete düştüğünde ilk olarak neler hissettin? Yeni bir ülkede olmanın duygu durumu sende nasıl karşılık buldu? 

Uppsala’ya 2016 Ağustos’unda geldim. İlk taşındığımda aklım hep Türkiye’deydi. Malumunuz güzide ülkemizde her gün başka bir olay oluyor, bombalar patlıyor, vekiller gece yarısı gözaltına alınıyordu. Üstelik darbe girişiminin üzerinden bir ay bile geçmemişti. Kaldığım yer buranın hastanesine çok yakın, üstelik bu bölgedeki iyi hastanelerden bir tanesi. O yüzden sürekli helikopterle hasta getirip götürüyorlar. İlk bir hafta on gün helikopter sesine hiç alışamadım, hep korktum. Her dakika haberlere bakıyordum. İnternete birkaç saat bağlanamazsam aklımı yitirecek gibi oluyordum. İsveç’in huzurlu doğasının ortasında içimde fırtınalar kopuyordu. Sanırım ilk bir iki ay hiçbir şey anlamadım, ne buradaydım ne orada. Buradaki olağan akışa karışmak için ise kendimi pek zorlamadım. Her şey yeniydi, öğrenmesi zoruma gidiyordu. Nasılsa iki sene buradayım, öğrenirim diye diye hep zor yolu seçtim. Ne bileyim, alışverişe giderken kestirme yolu bilmediğimden yolumu en az 20 dakika uzatıyordum. Benden başka herkes haberdardı o yoldan, bir ben bilmiyordum.

"İlk aylarda boşa geçirdiğim günler için kendime çok kızdım"

Zaman geçtikçe elbette daha fazla "burada" hissettim kendimi. Etrafımda olup biteni daha az garipsemeye başladım. İlk aylarda boşa geçirdiğim günler için kendime çok kızdım. "Ne vardı bunda bu kadar büyütülecek Fulden?" dedim. Bir nevi küçük çapta bir ergenlik dönemi geçirdim. Bir de havanın erken saatlerde (kış aylarında öğlen 2’de) kararması, aylarca kar yağması beni sandığımdan daha fazla olumsuz yönde etkiledi. Artık baharın gelmesinden midir, iyice alıştığımdan mıdır bilmem, bayağı mutluyum İsveç’te yaşamaktan.

"Her şeyi aşamalı ve uzun sürede yapma mantığını zor kavradım"

Ülke değişikliğinin çalışma/eğitim hayatına yansımaları neler oldu? İş/okul ortamının uyum sağlamana (veyahut da sağlayamamana :) stres yok, hangimiz en zayıf halka gibi hissetmeden bir ömür sürebiliyor ki?) etkisini nasıl deneyimledin?

Öğrenci olmaya verdiğim uzun aradan sonra ödevlerin, okumaların başına dönmek, kendimi yeniden sınavlara hazırlanırken bulmak o kadar iyi geldi ki! Evet eskisine göre daha yavaştım, ama yine de muazzam keyif alıyordum. Derslere katılıyordum, aman siz batılılar başka perspektif bilmezsiniz diye ukalalık yapıyordum (hâlâ yapıyorum). Ama zamanımı yönetmek konusunda epey bocaladım. Derslerim çok yoğun, bir yandan da para kazanmak için ufak tefek işler yapıyorum. Hem de dönem sonunda teslim edilecek makalenin ilk taslağını son tarihten 1 ay önce hazırlama, daha doğrusu her şeyi aşamalı ve uzun sürede yapma mantığını zor kavradım. Hâlâ daha tam anlamıyla buranın ritmiyle benim ritmim buluşamadı. Gelecek sene için hedefim, akıp giden zaman içinde kaybolma hissini bir daha yaşamamak.

"Kendimi tanıtmakta epey beceriksiz olduğumu uzun süre önce kabullenmiştim"


Arkadaş edinmek ve kendi sosyal çevreni kurmak ne kadar kolay (ya da zor) oldu? Kendi background'un, kişiliğin ve bulunduğun yer bu denklemde nereye oturuyor?

Buraya taşınmadan birkaç hafta önce Seğmenler Parkı’nda oturuyorduk. Önümüzde 10-15 kişilik bir grup vardı ve kendi aralarında İngilizce konuşuluyorlardı. Belli ki yeni tanışmışlardı, işte şuradan geldim diyene "aa öyle mi, geçen yıl biz de oraya tatile gittik" minvalinde cevaplar veriliyordu. Konuşmaları duyunca bile içim sıkıştı. Zira aynısını kısa bir süre sonra ben yapacaktım. Şimdi kendimle ilgili şunu dersem yeterli olur mu? Beni ifade eder mi? Balık burcu olduğumu söylesem mi? Gergin bir sessizlik olursa muhabbeti nasıl ilerletebilirim? Böyle ufak streslere yenileceğimden çok emindim. Kendimi tanıtmakta epey beceriksiz olduğumu uzun süre önce kabullenmiştim. Ama insanlarla tanıştıkça, daha fazla konuştukça beklemediğim bir şekilde hiç de fena sosyalleşmediğimi fark ettim. Hatta Türkiye’de kendimi başkalarının gözünden tanımlamaya ne kadar alıştığımın ve bunun yarattığı rahatlığa nasıl sığındığımın ayırdına daha çok vardım. Hâlâ ara ara strese girdiğim, kendimi geri çektiğim oluyor. Seni çok iyi tanıyan insanlarla olmadığından kendini her seferinden en baştan tanıtmak bazen yorucu olabiliyor. Yine de konforlu olduğum alanların dışına çıktığımda neye, kime dönüşeceğimi bilmeden yaşamaktan çok memnunum.

"İsveç’te doğup büyüyen insanlar kesinlikle sıcakkanlı değiller, yalan olmasın"

Zaten ben hiçbir zaman büyük değişikliklerle kolay başa çıkabilen biri olamadım. İlk Ankara’ya taşındığımda daha beterdim. İnsanlarla konuşamıyordum. İsveç ile, kendi standartlarıma göre, daha iyi başa çıktım. İsveç’te doğup büyüyen insanlar kesinlikle sıcakkanlı değiller, yalan olmasın. Bir Akdeniz ülkesi değil nihayetinde. Artık insanların sakinliğinden mi, sohbeti bitirmenin ayıp olacağını düşündüklerinden mi bilmem, bir ev buluşmasına, bir toplantıya ya da bir etkinliğe gittiğinizde o gün tanıştığınız biriyle saatlerce muhabbet edebiliyorsunuz. Aslında Uppsala uluslararası öğrencilerin çok bol olduğu bir yer. Kendi programımda 25 kişiden sadece 3’ü İsveçli örneğin. O yüzden İsveçli olmayan tanıdığım İsveçli olanlardan daha fazla.

"Herkesin farklı alışma süreçleri olduğunu ve bunun çok da büyütülmemesi gerektiğinin farkına vardım"

Eskiden olduğu gibi, kendime neredeyse hiçbir şey için kızmıyorum. Herkesin farklı alışma süreçleri olduğunu ve bunun çok da büyütülmemesi gerektiğinin farkına vardım. Şu anda kendimi yakın hissettiğim bir arkadaş grubum var, onun dışında ara ara görüştüğüm farklı çevrelerden arkadaşlarım var. Tabii yeni insanlarla da tanışmaya devam ediyorum. Sokakta, bir yere gittiğimde hele başka bir şehirde tesadüfen birileriyle karşılaşınca çok mutlu oluyorum, İsveç’i daha çok evim gibi hissediyorum.

"Benimle tanışır tanışmaz korunmaya ihtiyaç duyduğumu varsayan Türkiyeli erkeklerden biraz bunaldım"

Türkiyeli diğer expat'lerle iletişiyor musun? "Hiç çekemem, benden uzak olsun"cu musun, yoksa "bazen beni sadece bir Çorumlu anlayabilir"ci mi?

Sanırım özellikle Türkiyeli birileriyle iletişim kurmaya çalışmadım. Burada 2-3 tane Türkiyeli arkadaşım var. Elbette ana dilimde konuşmaktan, ya da bana tanıdık gelen hisleri, alışkanlıkları açıklama gereği duymadan paylaşmaktan keyif alıyorum. Ama bunun eksikliği hayati boyutta değil. Bazen de, Türkiyeli olduğu zaman hemen kafanın uyuşacağı gibi bir yanılgı oluşuyor. Benimle tanışır tanışmaz korunmaya ihtiyaç duyduğumu varsayan Türkiyeli erkeklerden biraz bunaldım örneğin (Kendilerine buradan selamlar). Türkiyeli olsun olmasın, benim önemli gördüğüm değerleri, ilkeleri önemli gören insanlarla genel olarak iyi anlaşıyorum.

"Herkesi olabildiğince ve olduğu gibi kabul etmek oldukça yaygın bir anlayış"

Gurbetle sıla karşılaştırması yapacak olsan? Kültür olur, iş etiği olur; hangi bakımdan karşılaştırmak istersen...

İki karşılaştırma yapayım, biri iyi biri kötü olsun. İsveç’in Türkiye’den iyi tarafı nasıl göründüğün, ne söylediğin, engellilik, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği vb. sebeplerden dolayı kat’a dışlanmaman. Herkesi olabildiğince ve olduğu gibi kabul etmek oldukça yaygın bir anlayış. Bu, zaman zaman farklılıklara karşı körlük noktasına varabiliyor, örneğin biri engelliyse o kişinin engelli olduğundan hiç bahsetmemeye evrilebiliyor. Bir de İsveç’in sanılanın aksine beyaz İsveç ırkını yücelten, kendi topraklarında yaşayan yerli Sami halkına karşı korkunç kafatasçı politikalar uyguladığı uzun bir dönem var. O yüzden beyaz ırkın üstünlüğü hiç de azımsanmayacak sıklıkla karşılaşabileceğiniz bir düşünce. Yine de, daha önce hiçbir yerde görmediğim güzellikte bir çaba var insanları dahil etmek için. O yüzden kendinizi ifade etme olanağını neredeyse her yerde bulabiliyorsunuz. Bu anlamda kendimi çok rahat ve özgür hissediyorum. Saldım çayıra mevlam kayıra, ağzıma ne gelirse söylüyorum. Benim dan dun tavırlarıma çekingen İsveçlilerin çaktırmamaya çalışarak verdikleri tepkileri izlemekten de ayrıca keyif alıyorum.

"Yahu, ben hayatımda ilk defa tartıştığım insanla neden aynı fikirde olayım, neden illa uzlaşayım?"

Kötü tarafı ise, iyi tarafından çok da bağımsız olmayarak, uzlaşma kültürünün fazlasıyla kutsanması. Diyelim bir ders alıyorsunuz, derste öğretmen sizi 4 kişilik gruplara ayırdı ve bir konuda tartışmanızı istedi. Sizden beklentileri genelde kendi aranızda uzlaşmanız yönünde. Yahu, ben hayatımda ilk defa tartıştığım insanla neden aynı fikirde olayım, neden illa uzlaşayım? Ha, hem uzlaştığımızı hem ayrıldığımız noktayı söyleyebiliyor olsak amenna. Tartışmak güzeldir, kendinizi sınarsınız, karşınızdakinden öğrenirsiniz, yer yer nefret edersiniz. Bunu yok saymaya hiç ama hiç gerek görmüyorum.

"Umutlu olmanın, hayal etmenin ne kadar politik olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyorum"

Gurbetteyken TR'de olup bitenlere nasıl bir mesafede duruyorsun? Ülke gündeminin kendi hayatına yansımaları neler oluyor?

Vallahi mesafeli duruyorum desem yalan olur. Her şeyi yakinen takip ediyorum, dert ediyorum, bazen dertlenip rakı içiyorum, bazen hüngür hüngür ağlıyorum. Hem beni, hem çevremdekileri, hem de siyaseten kendimi yakın hissettiğim pek çok kişiyi yavaş yavaş tüketti Türkiye. Hâlâ daha umudumu kaybetmemeye çalışıyorum. Çünkü umudunu yitirmek kadar ağır bir his yok. Üstelik umutlu olmanın, hayal etmenin ne kadar politik olduğunu da her geçen gün daha iyi anlıyorum.

"Nefes aldığımı hissediyorum"

Ama İsveç’e taşınınca, Türkiye’de olup biten dışında pek bir şeye odaklanamadığımı fark ettim. Sanki ağzıma kadar Türkiye ile doluymuşum. Burada daha fazla şeyi takip etme olanağı buldum. Sadece gelişmeleri takip etmek açısından değil, kendimde olup biteni de fazlasıyla ihmal etmişim. Öyle ki, kendimi, hiçbir şeyi değiştirme gücü olmadığına inandırmışım. İsveç’te dert ettiği şeyin değişmesini başkasından beklemeyen, onun yerine inisiyatif alıp üreten o kadar çok insanla tanıştım ki, bana çok iyi geldi. Bu çaresizlik halini aşma yolunda ilerlediğimi sanıyorum. Ya da geçelim bir şeyi değiştirip değiştiremeyeceğimi, nefes aldığımı hissediyorum.

"Sosyal medyadan ulaşabileceğiniz sürü sepet kolektif var"

Diğer expat'lere ya da adaylarına, "ben ettim sen etme" ya da "sen de yap güzel oluyor" yollu önerilerin?

İsveç’e gelmeyi düşünenler var ise, iki konuda uyarmak isterim: Burası çok bürokratik ve çok pahalı. Öyle bir bürokrasi ki Türkiye devlet dairelerini mumla arar oldum. O yüzden taşınmayı düşünüyorsanız hazırlıklara olabildiğince erken başlayın. Ben ilk aylarımı bürokratik işlemlerin tamamlanmamasından ötürü stres içinde geçirdim, ben ettim siz etmeyin. Pahalılığa gelirsek, elbette ülkedeki fiyatlara doğrudan müdahale etmenin imkanı yok. Ancak gerek yemek, gerek seyahat gerekse dışarı çıkıp eğlenmek için pek çok uygun fiyatlı seçenek var. Fiyat etiketleriyle kavga etmeden, yaşadığınız şehir ya da kasabaya özgü ip uçlarını olabildiğince erken öğrenin. Sosyal medyadan ulaşabileceğiniz sürü sepet kolektif var. Yoksa benim gibi çok zaman ve para kaybedebilirsiniz.

"Naçizane tavsiyem, kendinizi hırpalamayın"

İsveç’ten bağımsız olarak, yeni bir yere taşınmak her zaman zor. Bildiğiniz düzenden bambaşka birine alışmak zaman ve enerji gerektiriyor. Her ne kadar keyifli birçok tarafı olsa da, yorucu da olabiliyor. O yüzden naçizane tavsiyem, kendinizi hırpalamayın. Herkesin karşılaştıklarıyla başa çıkma biçim ve süreçlerinin farklı olabileceğini unutmayın.

"#whatisgurbet diye bir hashtag uydurdum, beni şaşırtan şeyleri paylaşıyordum"

Başka bir çift söz? (teklif var, ısrar yok)

Bu soruları yanıtlamadan önce epey düşündüm, hangi soruya ne yazarım diye. Ve neredeyse düşündüğüm hiçbir şeyi yazmadım :) İnsanın gurbette karşılaştıkları, başa çıktıklarının kaydını tutmak harika bir fikir! Ben de Uppsala’ya taşındığımda #whatisgurbet diye bir hashtag uydurdum, beni şaşırtan şeyleri paylaşıyordum. Ama uzun uzun yazmak başka, hele başkalarının deneyimleriyle birleştirmek bambaşka! O yüzden daha fazla insan yazsın, deneyimler biriksin, tohumlar fidana, fidanlar ağaca dönsün. Öptüm!

[Update geldi hağğğnııım!]

Gurbet artık cehaletiyle, hadsizliğiyle ve beyaz insanın üstünlüğüne duyulan sarsılmaz inancıyla beni şaşırt(a)maz sanıyordum. Kibir en büyük günahmış, tabii ki şaşırttı.

Geçen gün Stockholm'de orta yaşlıların ağırlıklı olarak takıldığı bir barda arkadaşımla oturuyorduk, artık kalkmaya karar verdik. Hesabı ödedik, gitmeden tuvaleti kullanayım dedim. Tuvalette orta yaşlı İsveçli bir kadınla tanıştım. Nerelisin sorusuna Türkiyeliyim diye cevap verince aa ne hoş, kocam da İstanbul'a gitmişti 4 yıl önce, Erdoğan hakkında ne düşünüyorsun cümleleri seri şekilde birbirini izledi. Türkiyeli olmayı hoş bulma, daha önce İstanbul'da ya da bir tatil beldesinde bulunduğunu muhakkak söyleme ihtiyacı (kendi gitmediyse bile bir tanıdığından bahsetme) ve mevzuyu Erdoğan'a getirme üçlüsüne alıştığım için he he diye dinliyordum. Ama aslında "benim (bizlerin)" ne kadar "onlara" benzediğimizi, benim ne kadar Avrupalı / aynı onlar gibi göründüğümü överken işin seyri bir anda değişti. Kadın ani bir hareketle dizlerinin üzerine çöktü ve elimi tutarak "LÜTFEN KAPANMA, BAŞÖRTÜSÜ TAKMA" diye resmen yalvarmaya başladı. Ay ben iliklerime kadar şok! Gülsem mi, ağlasam mı, sanane be diye olay mı çıkartsam yoksa leş bar tuvaleti zeminine düşmemeye mi odaklansam bilemedim (bir miktar sarsarak yalvarıyordu). Beni 25 dakika tuvalette kitledikten sonra bir 15 dakika da dışarıda dadandı. 25 ile 15'i toplayın ne yapar? 40 yapar ve MHP'nin 40. yılı kutlu olsun.

#whatisgurbet #hardcoregurbet

Yorumlar