Pittsburgh'den Erkan

"Türkiye bizi kustu, tükürdü, dışarı attı"

Kimsin, nesin? Nerede, ne zamandan beri yaşarsın? Neyle iştigal edersin?

Benim adım Erkan Bayır. 1985 yılında İzmir’de doğdum, 32 yaşına girmeyi bekliyorum. Bilkent Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü lisans mezunuyum, Pittsburgh Üniversitesi’nde Moleküler, Hücresel ve Gelişimsel Biyoloji yüksek lisansı yaptım. 5 yılı aşkın bir süredir ABD’nin Pittsburgh kentinde, şirin bir Yahudi mahallesi olan Squirrel Hill’de (Sincap Tepesi) yaşıyorum. Araştırma yapıyorum, laboratuvarda çalışıyorum.

"Yurtdışında 'kısa süreliğine' çıkmaktan farklı bir deneyim"

Yolun gurbete düştüğünde ilk olarak neler hissettin? Yeni bir ülkede olmanın duygu durumu sende nasıl karşılık buldu?

ABD’ye ilk kez 2008 yılında 3 aylığına gelmiştim, daha öncesinde 2007 yılında 3 aylığına İsrail’e yaz stajına gitmiştim. Yurtdışına “kısa süreliğine” çıkmak, uzun süreliğine çıkmaktan daha farklı bir deneyim. 3 ay, göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. Bir kısmı zaten seyahatlere ayrılıyor. Staj programlarında sosyal etkinlikler de oluyor. Bolca fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşıyorsunuz, fırsat buldukça gezip para harcamak ve özgürlük hissi eğlenceli geliyor, hep böyle devam edeceğine dair bir yanılsama yaratabiliyor. “Lisansüstü eğitim/çalışma ve doktora için kesin yurtdışına gitmeliyim” anlayışına neden olabiliyor.

Pittsburgh Üniversitesi’nden ve Massachusetts-Amherst Üniversitesi’nden burslu kabul geldiğinde çok sevinmiştim. “Küçük bir kasabada yaşayamam, sıkılırım” diye düşünüp Pittsburgh’ü tercih ettim. İnsan kendi kişiliğini az çok bilir, 2.5 milyon nüfuslu Pittsburgh’de bile sıkıldım! İlk 1-2 ay güzel gibiydi; ev kiraladım, insanlarla sosyalleşmeye başladım, buraya gelir gelmez lisansüstü dersler başladı! Her gün günlük tutar gibi online blog yazıyordum, yepyeni bir hayata başlamış gibi gördüğüm her şeyi günü gününe detaylarıyla oraya yazıyordum. Ben ilk geldiğimde InterCultural House adında, ırkçılığa karşı kurulan ve kâr amacı gütmeyen bir evde kaldım. 3 katlı eski bir evde 12 kişi yaşıyorduk, 6 kadın 6 erkek. Türkiyeli, İranlı, Amerikalı, Kenyalı, Çinli, Koreli, Japon, Amerikalı, Asyalı, Orta Doğulu, beyaz, siyah, çekik gözlü insanlar olarak medeni bir biçimde aynı evde yaşadık. Ortak kullanım alanlarımızı, banyoyu ve mutfağı düzenli bir sıra ile dönüşümlü olarak temiz tuttuk.

"İlk yıl sürekli 'ya başarısız olursam' korkusuyla geçti"


Ülke değişikliğinin çalışma/eğitim hayatına yansımaları neler oldu? İş/okul ortamının uyum sağlamana (veyahut da sağlayamamana :) stres yok, hangimiz en zayıf halka gibi hissetmeden bir ömür sürebiliyor ki?) etkisini nasıl deneyimledin?

Aldığım ilk ders olan DNA dersinden 59 ile kaldım ve şok geçirdim! Burda sınıfta 8 kişiydik ve her derste çan eğrisi uygulanıyordu, minimum geçme notu B- ve sınıf geçme not ortalaması 3.0 idi, her derste birileri kalıyordu! Sınav kağıtları acımasızca puanlanıyordu, her dersin birden fazla hocası oluyordu, sınavda beş farklı hoca beş farklı soru tipiyle ve sınav puanlama stiliyle karşımıza çıkıyordu. Bilkent’te sınavdan önceki gün 5-6 saat çalışmak yetiyordu; ama burda ise deliler gibi her gün düzenli ve sürekli çalışmak gerekiyordu! Herkes gezip tozup mis gibi eğlenirken, hayatın tadını çıkarırken, ben çalışmak zorunda kaldım.

Derhal Olağanüstü Hal ilan ettim, günlüğümü dışarıya kapattım ve kendi kendime yazmaya devam ettim, sonraki derslere çok daha ciddi çalıştım ve ilk yıl sürekli “ya başarısız olursam” korkusuyla geçti. İngilizce’yi gayet iyi bildiğim halde, buradaki yaşantıya uyum sağlamaya ve dersleri kaçırmamaya çalışmak beni zorluyordu. Bir yandan laboratuvarda deney yapıyordum ve performansımı hocaya beğendirmeye çalışıyordum, bir yandan verilen ödevleri yapıp makaleleri okuyordum, bir yandan sosyal ve kültürel etkinliklere yetişmeye çalışıyordum, senfoni-opera-bale-bienal-sergi bulursam kaçırmamaya uğraşıyordum. Bir süre sonra, hem dersleri hem lab deneylerini hem kültürel etkinlikleri aynı anda yapmanın olanaksız olduğunu fark ettim. İlk 8 ay deli gibi çalıştım, ailemle sürekli telefonda konuştum, Türkiye’de ise hayat hiçbir şey olmamış gibi bensiz devam ediyordu!

"Aktivite partnerleri", "mesleki/profesyonel sosyalleşme" ayinleri, acımasız çalışma ortamı...

Arkadaş edinmek ve kendi sosyal çevreni kurmak ne kadar kolay (ya da zor) oldu? Kendi background'un, kişiliğin ve bulunduğun yer bu denklemde nereye oturuyor?

Arkadaş bulmak zor, Amerikalıların çoğu yüzeysel ve mesafeli. Türkiye’deki yakın arkadaşlıkların benzerini burada bulabilmek mümkün değil. Buradaki Türkiyeli arkadaşlarla benzer arka plandan ve kültürel ortamdan geldiğimiz için, onlarla da sosyalleşiyoruz. 26 yıl boyunca yaşadığım ülke geride kalsa da, alışkanlıklarla ve yaşanmışlıklarla dolu bagaj nereye gitsem benimle geliyor.

Ben çok sosyal bir insandım, hâlâ da öyleyim; ama ABD’de yüzeysel, bencil ve bireyci bir kapitalist kültürün maalesef hayatın her alanına sindiğini görebiliyorum. Gelip geçici "arkadaşlıklar", aynı ortamda belli bir süre ortak bir şey paylaşmaya dayalı "aktivite partnerleri", herkesin habire mesai saatlerindeki çalışma konularından bahsettiği ve hiç hoşlanmadığım "mesleki/profesyonel sosyalleşme" ayinleri, doğru dürüst “sosyal destek“ vermeyen ve daha 1-2 ay önce geldiğiniz bir ülkede %100 verimle çalışmanızı bekleyen, hiç bahane kabul etmeyen acımasız çalışma ortamı ... İlk yıl bocalamam normaldi, herkesin ilk yılı travmatik geçiyormuş. Hayatta/ayakta kalmanın ilk mesele olduğu bir durumda, aslında temel bir ihtiyaç olan arkadaşlıklar lüks halini alıyor. Türkiye’deki ailem ve arkadaşlarım, sağ olsunlar, zorlandığım her zaman yanımda oldular. “Zorlanmadım” diyen, itiraf etmeye cesaret edemiyordur. Ben zorlandım ve bu tecrübeden çok şey öğrendim.

"Pittsburgh'ün muhtarı gibiyim"

Türkiyeli diğer expat'lerle iletişiyor musun? "Hiç çekemem, benden uzak olsun"cu musun, yoksa "bazen beni sadece bir Çorumlu anlayabilir"ci mi?


Pittsburgh’de TASA var, Türkiyeli Amerikalı Öğrenci Topluluğu. 25 yıl önce buraya gelen Türkiyeli öğrenciler kurmuşlar. Lisansüstü eğitim zor olduğu için, hiç kimse başkanlığa ve yöneticiliğe vakit ayırmak istemiyor, zaman çalan amele iş olarak görülüyor. Ben de TASA’yı kucağımda buldum ve 25 yıllık öğrenci topluluğunda geleneği devam ettirmek üzere başkanlığı kabul ettim, başarıyla da yürüttüm. Pittsburgh’ün muhtarı gibiyim, buraya Türkiye’den gelen çok sayıda insanı misafir ettim, ev bulmalarına yardım ettim, ev bulamayanlarla ev arkadaşı olarak birlikte yaşadım. Genellikle bu kente gelenleri gezdirdim, etraftaki önemli yerleri gösterdim ve İngilizcesi iyi olmayanları iş yerine kadar götürüp iş arkadaşlarına tanıttım. Önemli bir fedakârlık; ama bir sürü insanın hayır duasını ve minnetini kazandım. Benim ilk zamanlarda burda yaşadığım zorlukları başkalarının da yaşamasını istemedim. Eski ev arkadaşım olan bir profesör “Keşke senin gibi bir asistanım olsa!” dedi, hep gururla anlatırım.

"Bendeki yetersizlik duygusu daima had safhada"

Gurbetle sıla karşılaştırması yapacak olsan? Kültür olur, iş etiği olur; hangi bakımdan karşılaştırmak istersen...

Türkiye’deki çalışma ortamında kısa bir süre bulundum. İş arkadaşlarım, tanıdığım kadarıyla iyi insanlardı. Çalışıp kendimi kanıtladım. Türkiye’deki akademik camia ile ilgili yorum yapmayı pek uygun bulmuyorum, çok sayıda insan işini kaybetti, yaşananlardan dolayı herkes gibi ben de çok üzgünüm. Türkiye akademisinde sorunlar hep vardı ve hâlâ var; ancak iş etiğini ve/veya çalışma kültürünü eleştirebileceğimiz noktayı çoktan geçtik. Kamu görevinden çıkarılan, ülke dışına dahi çıkamayan akademisyenler varken, “Türkiye akademisi şöyle kötü, böyle kaka” demeyi vicdanen uygun bulmuyorum. Olumsuz tecrübelerim oldu; ama hiç kimsenin işini kaybetmesini istemem.

Buradaki çalışma ortamı çok aşırı yoğun, beklentiler çok yüksek, bendeki yetersizlik duygusu daima had safhada. Sürekli yeni şeyler öğreniyorum ve kendimi geliştiriyorum. Yeni bir şeyler öğrenmek güzel; ama akademide öğretilenler, endüstriye taşınabilecek ve dönüştürülebilecek beceriler olmayabiliyor. Akademide uzun süre geçiren bir insan endüstriye geçmek istediğinde uygun pozisyonlar bulmakta zorlanabiliyor. “Senin özgeçmişin fazla akademik, senin aklın hâlâ akademide” gibi yanıtlar gelebiliyor. Yabancı bir çalışanın sponsoru olmak, Amerikalı bir çalışan almaktan daha masraflı. Ayrıca, Trump seçildikten sonra “buy American, hire American” ("Amerikan malı satın al, Amerikalıyı işe al") anlayışı bizzat yeni başkan tarafından ifade edildi. Yabancılar için zaten zor olan hayat, artık daha da zorlaşacak.

"Sınırdışı edilmedim, işten kovulmadım; ama bu zorlukları yaşayan insanlarla duygudaşlık kurabiliyorum"

Gurbetteyken TR'de olup bitenlere nasıl bir mesafede duruyorsun? Ülke gündeminin kendi hayatına yansımaları neler oluyor?

Türkiye’de olanlar beni inanılmaz bir sürüklenmeye sevk etti. “Artık Türkiye’ye ait filan değilim, ama Amerika’ya da ait değilim, herhalde vatansızım” diye düşünmeye başladım. Türkiye bizi kustu, tükürdü, dışarı attı. Sınırdışı edilmedim, işten kovulmadım; ama bu zorlukları yaşayan insanlarla duygudaşlık kurabiliyorum. Gezi’den önce de politik olarak aktiftim; ama özellikle Gezi sonrasında sosyal medyaya politik bir şeyler yazmadan duramıyorum. Uzaktayım ama her geçen gün boğazım sıkılıyor gibi hissediyorum. Türkiye’de yaşayanlar baskıdan dolayı susuyor, ben ise susmayı kendime asla yediremiyorum. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” cümlesindeki dilsiz şeytan olmak istemiyorum. Gözümün önünde işlenen bir suç karşısında sessiz kalarak suç ortağı olmak istemiyorum. Türkiye’de bir şey olunca bana da yansıyor, kayıtsız kalamıyorum. 2-3 aylığına sosyal medya hesaplarımı dondurmuştum, yeniden açtım. Karanlığa teslim olmayı doğru bulmuyorum.

"Göç edip yeni bir hayat kurmak, 26 yaşında koca bir bebek olmak gibi"

Diğer expat'lere ya da adaylarına, "ben ettim sen etme" ya da "sen de yap güzel oluyor" yollu önerilerin?

Yurtdışına göç etmek isteyenleri teşvik etmek veya caydırmak yanıltıcı olabilir. Buraya gelip 2-3 ay sonra “Türkiye’yi özledim” diyecekler gelmesin. Buraya gelirken, neyle karşılaşacağınızı bilin. 2 haftalık Miami veya Hawai’i tatiline gelmiyorsunuz. Göç edip yeni bir hayat kurmak, 26 yaşında koca bir bebek olmak gibi. Etrafa bakıyorum, keşfetmeye çalışıyorum, emekliyor gibiyim. Anne sütüne ve aile bakımına muhtaç değilim; ama Türkiye’de yıllar boyunca edindiğim çevre bir anda kayboluyor. Türkiye’deki tecrübeleri burada tanıyan veya bilen insanların sayısı çok az. Burada tutunmayı başaranlar da zorlu aşamalardan geçmiş insanlar. Kim bilir hangi stresleri yaşadılar!

Amerikan toplumu, yerlileri saymazsak, zaten göçmen toplumu! Beş yüz yıldır geliyorlar, burada tutunmaya çalışıyorlar. Kitlesel göçler sanırım son 400 yılda gerçekleşiyor. İlk nesil daima zorluk yaşamış. Onlardan sonraki nesiller, etnik ve kültürel bagajlarını yavaş yavaş kaybedip Amerikalı haline gelmişler. Kendileri göçmenlerin çocuğu olan insanlar, bugün göçmenleri istemiyorlar. “Yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmez” gibi bir şey. “Önce ben geldim, artık kapı kapandı, benden sonra gelenleri içeri almam” anlayışı. Aslında tipik bencil-bireyci Amerikan kapitalizmine uygun. Göçmenler ucuz işçi olarak çalışmayı kabul ediyorlar, bir kısmı zaten burda kaçak olarak yaşıyor ve aslında sömürüye en açık kesim de göçmenler-yabancılar oluyor. Senelerce “Tarihin sonu geldi, artık sınırlar kalkacak, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımı olacak, piyasa tanrısı her yerde egemenlik kuracak” masallarını büyük bir iştahla anlatanlar, kendi elleriyle yarattıkları ekonomik sorunlarla ve küreselleşmenin yan etkileriyle baş edemiyorlar.

"Göçmenlere ve mültecilere kötü davranmayın"

Başka bir çift söz? (teklif var, ısrar yok)

İnsanın uzun uzun anlatası geliyor; ama Türkiye’dekilere şunu söylemek isterim: “Göçmenlere ve mültecilere kötü davranmayın. Bir gün siz de aynı duruma düşebilirsiniz, başka ülkelerin kapısına yığılabilirsiniz.”

Yorumlar