Happy Valley'den Özgür

"Kavgasız, dövüşsüz hayatlar sakinleştirici etki yapıyor"
Kimsin, nesin? Nerede, ne zamandan beri yaşarsın? Neyle iştigal edersin?

İsmimin tamamını yazmak gerekirse Atilla Özgür Çakmak, evet asker çocuğu olduğumdan babam Atilla'yı Özgür'ü dengelemesi için koymuş. Eşim ile beraber Pensilvanya'da yasayalı 4,5 sene oluyor kabaca. Postdoc'um, forever postdoc, bazen soranlara research associate diyorum, o daha havalı. Geçen seneye kadar aktif araştırma yapıyordum güneş enerjisi üzerine, şimdilerde daha çok ders vermekle meşgulüm.
Yolun gurbete düştüğünde ilk olarak neler hissettin? Yeni bir ülkede olmanın duygu durumu sende nasıl karşılık buldu?

Eşim yanımda olduğu için çok rahattım. Heyecan elbette vardı, merakla birlikte. Yalnız söylemesi ayıptır biz Türkler zaten ABD'ye gelmeden yeterince Amerikan kültürüne maruz kaldığımız için sudan çıkmış balık olmadık tabii ki. Zaten birkaç ay evvel de konferansa gelmiştim. Kuzenim havalimanında bizi karşıladı, onun da sayesinde geçici telefonlarımızı edindik, ki bu benim icin önemliydi, lojmanımıza yerleştik. Havalimanından Pensilvanya'ya gidiş bu sayede çok rahat oldu. Acaba Türk ehliyetimle araba kiralayıp becerebilir miyim diye düşünüyordum. Yapılabilir, fakat hiç tavsiye edemem. Zira Ankara trafiği ile New York trafiği birbirine benzese de kurallarda ciddi farklılıklar var. İnsan aşina olmadığı işaretlere uymakta çok büyük zorluk çeker. İlk inilen şehir New York olmasın diyelim, o durumda dahi büyük şehirlerin durumu birbirine benziyor.

"Haziran İsyanı boyunca gözümü ekrandan kaldıramaz oldum"

Ülke değişikliğinin çalışma/eğitim hayatına yansımaları neler oldu? İş/okul ortamının uyum sağlamana (veyahut da sağlayamamana :) stres yok, hangimiz en zayıf halka gibi hissetmeden bir ömür sürebiliyor ki?) etkisini nasıl deneyimledin?

Türkiye'de Bilkent'ten doktoramı aldım, dolu makale bastım diye düşünüyordum. Biraz da çocukça herhalde makale sayımı görünce hocalar etkilenir zannediyordum. Orada ciddi bir yüzleşme yaşadım. Benimle aynı durumda onlarca insan var. Hepsi de kendi ülkelerinin ismi bilinmedik ama iyi okullarından fevkalade iyi çalışmalarla mezun oluyorlar. Herhalde Türkiye'de biricik olma durumumuz bizi bu tür yüzleşmelerden alıkoyuyordu. İş bulabilmem hiç de kolay olmadı. Özellikle eşim ile beraber aynı üniversitede ikamet etmek istediğimizden neredeyse her grubu (alakalı alakasız) denedim. Görece küçük bir şehirde yaşıyoruz. Büyük şehirlere yolu düşen çiftler daha rahat olacaktır. Bizim durumumuzda en yakın diğer üniversite 2,5-3 saat uzaklıktaydı. Orada bile tam içime sinen çalışmalar yapılmıyordu. Sürekli acaba iş baktığım alanı daha da genişletsem mi, madem 2,5 saatlik uzaklıkta bir şehre gitmeyi göze aldım, neden 3,5 ya da 4,5 saat uzaklığa açılmayayım diye kendime soruyordum.

Bütün bunlar devam ederken Gezi olayları (Haziran İsyanı) başladı. Güya turist vizesi ile iş bakarken gözümü ekrandan kaldıramaz oldum birkaç ay boyunca. Eskiden kalmış işler, yetiştirilecek makaleler biraz oyalasa da geleceğin belirsizliği insanı ister istemez çok rahatsız ediyor. Eşimin mutlu olması, bu süreç içinde grubunu değiştirip daha zevkle çalışacağı insanları bulması ve doktorasında sağlam adımlarla yol alması ise beni çok memnun ediyordu. En nihayet neredeyse bir seneye varan bir debelenmenin, bir yerde de dinlenmenin sonunda 3 seneyi aşkın birlikte çalışacağım insanlara ulaştım. Yine de bu bir sene içinde hep aklımda kalmış olan tarih okumalarıma da eğildim. Mühendis olmama rağmen tarih merakım hep aklımın bir köşesini meşgul ediyordu. Youtube'a yüklenmiş, podcast olarak koyulmuş pek çok tartışma programını, söyleşiyi takip ettim, dinledim durdum.

Arkadaş edinmek ve kendi sosyal çevreni kurmak ne kadar kolay (ya da zor) oldu? Kendi background'un, kişiliğin ve bulunduğun yer bu denklemde nereye oturuyor?

Doğrusunu söylemek gerekirse arkadaş edinmek oldukça kolaydı. Zira Türkler birbirlerini pek bırakmıyorlar. O ana değin Türkiye'de hep üniversite çevresinden farklı farklı yaşlarda arkadaşlarım olmuştu. Amerika'da ise ilk karşılaşmalarımız sonrasında çevremiz daha çok Türkiye'den Amerika'ya gönderilen devlet görevlilerinden oluşuyordu. Dostluklarımız, çok azı hariç, genelde zoraki birliktelikler sonucu devam ettirilen bir muhabbet gibi geliyordu. Zamanla aklımızın daha çok uyuştuğu insanları bulduk. Bir sebeple çevremizdeki Türkler giderek azaldı, insanlar başka şehirlere taşındı, bu yeni çevrelerin kazanılması ile birbirimizden uzaklaştık vs.

"Türklerin ilgileri, hedefleri bizi sarmadı"

Türkiyeli diğer expat'lerle iletişiyor musun? "Hiç çekemem, benden uzak olsun"cu musun, yoksa "bazen beni sadece bir Çorumlu anlayabilir"ci mi?

Farkında olmadan bu soruyu da cevaplamışım. Yurtdışındaki arkadaşlıklarımız, Türk olsun olmasın, daha da zamansal ve mekansal. Bundan kastım, hiç bitmeyecekmiş gibi devam eden lisans yılları çok geride kaldığından ve insanların sürekli hedefleri olduğundan herkes birbirine söylemese de ne kadar süre birlikte olacağını çok iyi kavrıyor. 2 senelik burslar, doktoranın bitimine kalan 1,5 seneler su gibi geçiyor güzel arkadaşlarla. Bizim tecrübemizde bu iyi arkadaşlıkların ne yazık ki çok çok az bir kısmı Türklerle oldu. Belki de işin doğası bu, istatistik de böyle der, şaşırmamalıyım, ne yazık ki dememeliyim.

Amerika pek çok milletten insanın buluştuğu bir yer. Türklerin (politik doğruculuk Türkiyelilerin diye düzeltedursun) ilgileri, hedefleri bizi saramadı. Bir çocuk sahibi olma arzusu, ilgili muhabbetleri, sürekli dört gözle beklenen Türkiye tatilleri ve sonrasında her karşılaşmada anlatılan hikayeler memleketin içindeki kötü durum da düşünülünce çok da cazip gelmedi. Hatta insanların yurtdışında da küçük dünyalarını koruyabilmeleri hayli şaşırttı. Gezme denince akıllara New York geliyor çoğunlukla. Neon ışıklı sokaklarda ne buluyorlar anlamıyorum. Onun yerine öncelikleri doğa yürüyüşleri, göllere seyahatler, büyük şehirlere de gidilecekse müze ziyaretleri, sanat merakı olan Türklere denk gelemedik. Nasıl vakitlerini dolduruyorlar, Amerikalılara özenmek ve yaptıklarını tekrar etmek dışında günleri nasıl geçiyor diye çok merak etmedik.

Gurbetle sıla karşılaştırması yapacak olsan? Kültür olur, iş etiği olur; hangi bakımdan karşılaştırmak istersen...

Bildik laftır, Amerikalılar da bizim Türkler kadar cahil. Genelde arkadaş çevremiz mühendislik ve fenni bilimlerden gelen arkadaşlardan oluştuğu için diyebilirim ki yabancıların durumu da Amerikalılarla kıyaslanır durumda. Ankara'da alışık olduğumuz tiyatro, kültürel etkinlikler gibi şeyler burada hayal oldu. Türkiye'de eskiden adet büyük şehirlerin kaldırabileceği ölçüde üniversite açması yönündeydi. Şimdilerde o da bozuldu ya neyse. Burada ise şehri üniversite var etmiş. Üniversite olmazsa State College Türkiye'nin 40 bin nüfuslu kasabalarından farksız bir mahiyette. Hep büyük şehirlerde yaşamış insanın buna hazırlıklı olması lazım. Amerika'yı yaşanır kılan özelliği ise bakirliği. Doğası, uçsuz bucaksız ormanları, nerede tarlaların bittiği nerede bakir arazilerin başladığının kestirilemediği birbirinden kopuk yerleşim alanları, insanı varlığı ile her daim şaşırtacak sayısız akarsuları ve büyüklerin anlattığı gibi berrak berrak akmaları bizi diğer kayıplarımıza rağmen fazlası ile avutuyor.

Kasaba dedi isek, insanlarda mevcut öğrenilmiş standart kibarlıklar, incelikler, kavgasız, dövüşsüz hayatlar sakinleştirici etki yaratıyor. Türkiye'deyken sürekli takıldığımız solcu örgütler, muhabbetler çok gerilerde kalmış hatıralar oluverdi. Uzun suredir kimse ile entelektüel düzeyde tartışmalara dahil olmadım, oradan oraya beraber koşturduğumuz sivil toplum kuruluşlarının benzerleri ile münasebete girmedim. Bu herhalde Amerika öncesi hayatım için düşünülemez bir durumdu.

İş etiği ise başlı başına başka bir konu. Türkiye'den bakıldığında her Amerikan üniversitesi ve içindeki her araştırma grubu muhteşem albenisi ile parlak duruyor. İşlerin hiç de öyle olmadığını görmüş oldum. Birlikte çalıştığım Amerikalılar hayalimdeki gibi etik düşkünü insanlar çıkmadı. En az Türkiye'deki kadar insanlar arası husumetler, birbirini çekememezlikler, çocukluklar aynı şekilde devam etti. Yalnız bunun benim durumuma özel bir şey olduğunu hatırlatmalıyım.

"Ülke gündemi yeşil kart başvurusunu zorunlu kılıyor"

Gurbetteyken TR'de olup bitenlere nasıl bir mesafede duruyorsun? Ülke gündeminin kendi hayatına yansımaları neler oluyor?

İşte bu soruyu da kısmen cevaplamışım yukarıda. Ülke gündeminden kopmak benim için zaten hiç mümkün olmadı. Haziran İsyanı boyunca telefonlarımızdan uzaklaşamadık, ki ben bir yandan iş başvuruları da yapmaktaydım. Amerika'ya ilk geldiğimizde benim icin geçici bir duraktı burası. Ana gelindiğinde ise ülke gündemi ve eşimin ısrarları yeşil kart başvurusunu zorunlu kılmakta. Amerikalılara Türkiye'yi anlatmaktan sıkıldığım anlar oldu. Her gün dünya gündemindeyiz. Benden daha çok takip ediyorlar bazı şeyleri. Nerede patlama oldu, kaç kişi hayatını kaybetti benden iyi bilir hale geldiler. Ne kadar saçma da olsa durum bu.

Diğer expat'lere ya da adaylarına, "ben ettim sen etme" ya da "sen de yap güzel oluyor" yollu önerilerin?

Çokça gevezelik ettiğim için zaten tavsiyelerimi (varsa) eminim kendileri çıkaracaklardır. Benimkisi eşinden başka yere düşmemek için biraz da durumu zorlayan, küçük şehirde yaşayan birinin tecrübesinden ibaret.

Başka bir çift söz? (teklif var, ısrar yok)

Yorumlar