Wörgl'den Cihan

"Asla ikinci sınıf psikolojisine girmemeli kimse"

Kimsin, nesin? Nerede, ne zamandan beri yaşarsın? Neyle iştigal edersin?

İsmim Cihan Dağ. Karadeniz Teknik Üniversitesi Moleküler Biyoloji mezunuyum. Üç yıl öğretmenlik, daha sonra ilaç mümessilliği yaptım. Evliyim ve Mayıs ayının başında Arkadaş Robin’in gelmesini bekliyorum. Yaklaşık altı aydır Avusturya’nın Tirol eyaletinde yaşıyorum. Bir benzin istasyonunda kasiyerlik yapıyorum.

"Yıllardır ilmek ilmek ördüğüm hayatımı geride bırakarak yola düştüm yol arkadaşım Gurbet ile"

Yolun gurbete düştüğünde ilk olarak neler hissettin? Yeni bir ülkede olmanın duygu durumu sende nasıl karşılık buldu?

Çok güzel bir sofradan kalkıp da geldim buralara. Güzel türküler söylendi, gözyaşı döküldü, şiirler okundu, küsler barıştı, kaybettiklerimizin anıları anlatıldı. Çok güzel hediyeler aldım. Uzadıkça uzadı sohbet, yeni aşklar yeşerdi. Güneşin sofrasında dostların arasındaydık. Sonra sofra dağıldı ve ben doğum günümü kutladığımız 30 Ağustos gününün ertesinde elimde bavullarla kafamda soru işaretleri ve uzun yıllardır ilmek ilmek ördüğüm hayatımı geride bırakarak yola düştüm yol arkadaşım Gurbet ile. Adı Gurbet olan eşimle Gurbet Veri Bankasına içimi dökeceğim bu hikâye böyle başladı.

Bizimki öncelikle bahçeli evimize ve dostlarımızın arasına geri dönmenin hayalini kurduğumuz bir hikâye. Bu yüzden yüzü daha çok Türkiye’ye dönük bir hikâye... Ama zaman yüzümüzün yönünü değiştirebilir de. Gurbet’in yarıda kalan okulunu bitirmek, benimse dil öğrenmek ve kendime yeni bakış açıları edinmek için geldiğimiz Avusturya’da hikâyemiz çok farklı ilerledi. Daha ilk günden Gurbet’in okuluna kayıt yaptırdıktan sonra eczaneden aldığı testi okulun tuvaletinde yapması ve bana içinde iki kırmızı çizgi olan çubuğu uzatmasıyla her şey değişti. O an okulun önündeki bir bankta oturup bu durumu idrak edebilmek için yanımdaki büyük ağaca bakıyor, gözlerimle gökyüzüne doğru çıkıyordum. Sonra tekrar aşağı indiğimde Gurbet’in şaşkın ve sevinçli yüzü vardı karşımda. İzmir’deki Meryem Ana Kilisesinde çaput bağlayarak dilediği dilek gerçek olmuştu: “Cihan’dan bir çocuğum olsun”.

Yalnız işler böyle masalsı gitmedi. Ben kendimde bir tuhaflık hissediyordum. Elim ayağım, tutmuyor, ateşim çıkıyor, halsizleşiyordum sürekli. Gurbetin hamilelik konusunda emin olmak için bir test daha yaptırdığı klinikte bana da bazı tetkikler uyguladılar. Sonra çok nadir görülen bir kan hastalığına yakalandığımı ve biraz daha geç başvursaydım kötü sonuçlar doğurabileceğini söylemeleri ile epey bir sarsılmıştım. Dilini bilmediğim bir ülkede Gurbet’in tercümanlığında tedaviye başlamış, gün aşırı hastanelere gidip gelir olmuştum. Avusturya’da olmanın bu anlamda faydası bu oldu. Erken teşhis ve tedavi ile şu an oldukça iyiyim.

"Gözüm hep aynaya takılıyor, kendime ‘burada ne yapıyorum’ diyordum"

Ülke değişikliğinin çalışma hayatına yansımaları neler oldu? İş ortamının uyum sağlamana (veyahut da sağlayamamana :) stres yok, hangimiz en zayıf halka gibi hissetmeden bir ömür sürebiliyor ki?) etkisini nasıl deneyimledin?

Türkiye’de en büyük ilaç şirketlerinden biri olan bir firmada çalışıyordum ve kısa bir süre çalışmama rağmen iyi bir tazminatla oradan ayrıldım. Tazminatımın büyük bölümünü Euro’ya çevirip buradaki kurs ve okul masraflarımız için ayırmıştık. Lakin hiçbir şeye yetmedi ve maddi sorunlar daha ilk elden bizi yormaya başladı. Bir alışveriş merkezinde üç barın temizliğini alarak haftanın her günü sabah beşte kalkıp temizlik yapıyor, bunun karşılığında aylık 750 Euro para alıyorduk. Tabi ki hiçbir şeye yetmiyor, üstüne üstün Türkiye’de çok "nezih" ve çalışanlarına Küba seyahati hediye eden bir firmadan daha iki ay önce ayrıldıktan sonra temizlediğim barın kirli suyunu tuvalete dökmek için gittiğimde gözüm hep aynaya takılıyor, kendime "burada ne yapıyorum" diyordum.

"Okuldan, iş yerinden, siyasi çevrelerden birçok arkadaşım varken burada oldukça asosyal bir hayatın içine girmek benim için oldukça bunaltıcıydı"

Arkadaş edinmek ve kendi sosyal çevreni kurmak ne kadar kolay (ya da zor) oldu? Kendi background'un, kişiliğin ve bulunduğun yer bu denklemde nereye oturuyor?

Bir akraba yığınının içine düştüğüm için hazır bir çevrem vardı zaten. Kuzenlerim, anne ve babamın kuzenleri falan… Esas problem Avusturyalılar ile veya diğer göçmenlerle iletişime geçmekti. Hayatım boyunca iletişime çok açık ve girişken biri olmaya çalıştım. Tatil için gittiğim bir yerde hiç tanımadığım insanların evlerine konuk olup onlar ile yiyip içip sohbet edebiliyordum. Okuldan, iş yerinden, siyasi çevrelerden birçok arkadaşım varken burada oldukça asosyal bir hayatın içine girmek benim için oldukça bunaltıcıydı. Sanırım dil problemi çözülüp zoraki çevremden sıyrılıp kendi çevremi oluşturduktan sonra bu bunaltıcı hava dağılacaktır.

"Eksiğini çektiğim şey beni yıllardır tanıyan, yanımda olan, yanında susabildiğim, kaşımdan gözümden her halimi anlayan insanların varlığı"

Türkiyeli diğer expat'lerle iletişiyor musun? "Hiç çekemem, benden uzak olsun"cu musun, yoksa "bazen beni sadece bir Çorumlu anlayabilir"ci mi?

Açıkçası çocuk, iş, dil öğrenme, bitirmek için uğraştığım kitaplar ve ara ara yaptığım doğa yürüyüşleri ve fotoğraf çekimlerinden pek expat faaliyetlerine şu sıra uygun değilim. Ya da damarımda Çorumlu kanı var :) Eksiğini çektiğim şey beni yıllardır tanıyan, yanımda olan, yanında susabildiğim, kaşımdan gözümden her halimi anlayan insanların varlığı. Bir de Hande’nin dediği gibi “Nasıl zor şimdi, tanışmak başka biriyle, yeniden kurmak o devrilen cümleleri” triplerine de uzak değilim.

"Bu şarkılar, bu rakı, bu zeytin, bu peynir bu manzaraya uymuyor"

Gurbetle sıla karşılaştırması yapacak olsan? Kültür olur, iş etiği olur; hangi bakımdan karşılaştırmak istersen...

Açıkçası Avusturya’nın muhteşem doğası, ucuz içki, İstanbul’dan sonra bu kadar sessiz ve trafiksiz bir kent bana iyi geldi. Birçok anlamda deşarj oldum. Gurbette olmanın verdiği hisle güzel yazılar kaleme aldım. Buradan Türkiye’ye ve dünyaya daha farklı bakabiliyorum. Özellikle aile ve ikili ilişkilere… Ama benim bulunduğum yer akrabalarımın oldukça yoğun olduğu bir bölge. Oturduğum her sofrada şu sözleri işittim: “Aman, iyi yaptınız geldiniz, baksana ortalık karışık. Hastaneler rezalet, eğitim rezalet, her şey pahalı, insanlar saygısız, yaşanır mı orada?”

Doğru birçoğu, evet… Ama tüm bu sözlerin bittiği noktada dilimin ucuna şunlar geliyor: “Orda benim ailem yaşıyor, dostlarım, yoldaşlarım, sevdiğim kadınlar, adamlar yaşıyor. Birileri her şeye rağmen yaşıyor orada. Ve belki de yaşam bu kadar zor olduğu için sohbetler, şarkılar, mücadeleler, seyahatler, aşklar, sevişmeler… Hepsi daha anlamlı… Gidiyorum Türkiye’de yüz küsür lira olan rakıyı burada 12 Euro'ya alıyorum. Annemin gönderdiği peyniri, zeytini masaya koyuyorum. Zeki Müren’i herkes sevsin diye balkondan, camdan, kapıdan onun sesini taşırıyorum dışarı. Ama olmuyor. Bu şarkılar, bu rakı, bu zeytin, bu peynir bu manzaraya uymuyor.”

Anlayana söylüyorum bunları. Sezen’in Tebdil-i Mekân şarkısında dediği gibi iyi niyetli değilseler üstü kapalı geçiyorum. Ve Çağan’ın Çemberimde Gül Oya için yazdığı belki de en güzel cümleyi tekrarlıyorum içimden: “Türkiye’yi sevmeyi anlat birilerine. Birileri bunu hep yanlış anladı çünkü.” Lakin bu cümlenin içindeki Türkiye ile şimdiki Türkiye ne kadar aynı? Tartışılası…

"Yanıbaşımda ölen Seyhan’ın açık kalan gözlerini yazmıştım acım hafiflesin diye"

Gurbetteyken TR'de olup bitenlere nasıl bir mesafede duruyorsun? Ülke gündeminin kendi hayatına yansımaları neler oluyor?

Avusturya’ya geldikten birkaç ay sonra Türkiye’ye gittim dört gün için. Sonra arkadaşlarım, ailem, yoldaşlarım ile o kısıtlı vakitte çok güzel anlar yaşadım. Türkiye’de vicdanlı her insanın yapması gerektiği gibi ben de haksızlıklara karşı gelmiş, işten atılacağımı bile bile geceleri eğitim aldığım otelden kaçıp Gezi Parkında sabahlamış, Ankara’da patlayan bombaların arasından sağ kurtulup tanıdık tanımadık insanların parçalarını üstümden toplamıştım. Yanıbaşımda ölen Seyhan’ın açık kalan gözlerini yazmıştım acım hafiflesin diye. Sonra haber aldım ki ben buradayken Türkiye’de rumuzla yazdığım bir yazı için ben diye başka birini mahkemeye götürüp bir yıl üç ay ceza ile yargılamışlar. Adam ben olmadığım anlaşılınca salıverilmiş, ceza da para cezasına çevrilmişti. Gülesim geldi, gülemedim. Türkiye ile aramdaki bağın en güzel özeti bence. Hepimizin sonu ‘hayır’ olsun…

Lakin şu konudaki fikrimi belirtmeliyim. Geri dönüşü planlamayan insanların yaşadıkları ülkelerin politik meselelerine odaklanmaları daha mantıklı. Tüm dünya ülkeleri vatandaşları ile dayanışma içinde olmak, küresel mücadele kültürünü benimsememiz önemli. Lâkin en başta yaşadığımız ülkenin sosyal ve ekonomik koşullarıyla ilgilenmek ve yaşadığımız ülkelerin demokratik haklarını sonuna kadar kullanmak gerekiyor.

"İç motivasyon için kendine olan saygını asla yitirmemen gerekir"


Diğer expat'lere ya da adaylarına, "ben ettim sen etme" ya da "sen de yap güzel oluyor" yollu önerilerin?


Asla ikinci sınıf psikolojisine girmemeli kimse. Senin psikolojinin dışında gelişen sosyolojik koşullar var elbet ama iç motivasyon için kendine olan saygını asla yitirmemen gerekir. Kısıtlı çevreden ziyade dil sorununu çözdükçe sosyal alanlarda başka insanlarla yolunun kesişmesine fırsat tanımak lazım. Ama benim için en önemlisi dil. Mesela dili geliştirmek için konuşma pratiği yapabileceğim bir iş seçtim. Bu iş yerinde kendimi olabildiğince diyaloğa zorladım. Sokakta gezerken sırf pratik olsun diye aramadığım yerleri soruyor ya da insanlardan benim için Almanca bir kelime yazmaları için onlara kağıt kalem uzatıyordum. Yanımda gelebilecek birileri olmasına rağmen doktora, eczaneye, alışverişe kendim gidiyor, sınırlarımı zorluyordum.

Başka bir çift söz? (teklif var, ısrar yok)

Dağınıklığa son verip hayatımızın en elle tutulur yerinden hareket etmeliyiz. Hayat kısa kuşlar uçuyor :)

Yorumlar